Nizamettin TEMEL
Yeminli Mali Müşavir
Bağımsız Denetçi
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE BAĞIMSIZ DENETİM
Çoğulcu ve katılımcı çağdaş demokrasi, sivil toplum rejimidir. Sivil toplum kuruluşları, aynı amaç ve ortak menfaatlerin yasal çerçevede savunulması, hakların korunması, üyeler arasında her konuda dayanışma sağlanması gibi alanlarda faaliyet gösteren sivil girişimlerdir. Genel olarak “Sivil toplum kuruluşları (STK)” olarak anılan ve birlik, oda, sendika, vakıf, dernek, cemiyet, kulüp, kooperatif gibi çeşitli adlar altında örgütlenen sivil toplum girişimleri, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal yaşamın çok “önemli güç odakları haline gelmişlerdir. Günümüzde sivil toplum kuruluşları; yasama, yürütme, yargı ve medyadan sonra “Beşinci güç”, kamu ve özel kesimden sonra “Üçüncü Sektör” olarak tarif edilmektedir.
Sivil toplum kuruluşu olarak kabul edilen sivil girişimler, yani üçüncü sektör, geniş anlamda her türlü sivil ve gönüllü örgütlenmeyi kapsamaktadır. Bazı görüşlere göre sadece dernekler ve Türk Medeni Kanunu’na göre kurulan vakıflar sivil toplum kuruluşu olarak ifade edilmekte ise de; geniş anlamda, dernekler ve vakıflar yanında, meslek kuruluşlar, sendikalar, kooperatifler ve siyasi partiler de sivil toplum kuruluşları ve üçüncü sektör unsurları olarak kabul edilmektedir.
Batı ölçülerine göre çok yetersiz olmakla birlikte ülkemizde en yaygın sivil örgütlenme biçimi olarak karşımıza çıkan “dernek” ve “vakıflar”ın sayı ve kapsamları son yıllarda kayda değer oranlarda artış göstermektedir. Çok partili demokratik düzene geçilmesiyle birlikte kanunla kurulan ve birer sivil toplum kuruluşlu olan “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları”nın da sayıları ve önemi zamanla artmıştır. Bu meslek kuruluşlar günümüzde; güçlü mali yapıları olan, politik ve sosyal etkinlikleri büyük organizasyonlar olarak faaliyet göstermektedirler. Ülkemizde sendikalaşma hareketi zaman zaman ivme kaybetse de “sendikalar” iş hayatının ve sosyo-politik yapının vazgeçilmez demokratik ve anayasal kurumları olarak çok sayıda kişi ve kuruluşu yakından ilgilendirmektedir. Nitelikleri itibariyle farklı yapıda olsalar da, sonuç itibariyle birer sivil girişim olmaları nedeniyle genel olarak sivil toplum örgütlenmeleri olarak kabul edilen “kooperatifler” de, yüksek meblağlara ulaşan fonlarıyla toplumsal yaşamda çok yaygın ve önemli hale gelmişlerdir.
Sivil toplum kuruluşu olarak adlandırılan bütün bu oluşumların önemli bir ortak özelliği, hepsinin aynı zamanda birer “ekonomik birim” olmasıdır. Tüzel kişiliğe sahip olan, yönetim ve denetim kurulları bulunan bu birimlerin üyeleri, toplumun neredeyse tamamını kapsamaktadır. Bu kuruluşlar, üyelerinden çeşitli adlar altında aidat toplamakta; hepsi yıllık bütçe esasına göre yönetilmektedir. Üye statüsüne sahip on milyonlarca kişiden toplanan ödentiler yönetimler tarafından harcanmakta ya da yatırıma yönlendirilmektedir.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINDA DENETİMİN ÖNEMİ
Sivil toplum kuruluşlarının mali güçlerinin ve üye sayılarının çok büyümesi ve karmaşık hale gelmesi, doğal olarak bu kuruluşların hesap ve işlemlerinin kontrol altında bulundurulmasının ve denetlenmelerinin önemini gündeme getirmektedir
Mevcut mevzuata göre yedi kişinin bir araya gelmesiyle bir dernek kurulabilmektedir. Böylece en basit şekliyle yeni bir sivil toplum kuruluşu ortaya çıkmış olmaktadır. Derneğin gelirleri bu yedi kişinin aidatlarıdır. Bu durumdaki bir sivil toplum kuruluşunun denetlenmesi aslında oldukça basittir. Bütün üyeler dernek gelirlerini ve giderlerini her an kontrol edebilirler. Üye sayıları ile gelir ve giderleri çok az olduğu için bunun teknik bakımdan hiç bir zorluğu da yoktur. Bu yapıda kaldığı sürece söz konusu sivil toplum kuruluşu için hiçbir denetim sorunu olmayacaktır.
Ancak sivil toplum kuruluşlarının büyük bir bölümünün yapısı bu şekilde değildir. Öncelikle, bunların sayısına ve kapsadığı nüfusa baktığımız zaman çok önemli büyüklüklerle karşı karşıya kaldığımız görülecektir. Ülkemizde 2006 sonu itibariyle tarım ve tarım dışı alanlarda 26 türde faaliyet gösteren 57.948 kooperatif bulunmakta olup, bunların ortak sayıları toplamı 7.614.071 kişidir. Bunların içinde 35.052’si konut yapı kooperatifidir ve ortaklarının sayısı 1.460.211’dir. Tarımsal kooperatifler içinde 1.928 tarım kredi kooperatifi bulunmakta olup, bunların ortakları ise 1.500.000 kişiye ulaşmaktadır. Benzer örnekleri diğer sivil toplum kuruluşları için de vermek mümkündür. Örneğin, bütün esnaf ve sanatkarlar ile bağımsız çalışanların üye olmak zorunda oldukları Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu’na bağlı oda ve birliklerin sayısı 3.265’dir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne bağlı olan 364 oda ve borsa vardır. Ülkemizde 223 sendika ve bunlara bağlı 1.791 şube mevcut olup bunların üye sayıları 3.693.546’dır. Türkiye’deki vakıfların toplam sayısı 45.340’a ulaşmıştır. Bu kısa bilgiler, ülkede yaşayan nüfusun büyük bir bölümünün herhangi bir şekilde sivil toplum kuruluşlarına üye oldukları ya da ilişkide bulunduklarını göstermektedir.
Diğer taraftan, günümüzde sivil toplum kuruluşlarının çoğu büyük örgütler haline gelmiş durumdadır. Gelir ve giderleri önemli meblağlara ulaşmıştır. Çeşitli alanlara önemli yatırımlarda bulunmaktadırlar. Bazılarında büyük fonlar birikmiş olup bunlardan yüksek tutarlarda iratlar elde edilmektedir. Bu kuruluşlardaki ekonomik güç ve malvarlığının temel kaynağı; aidat, giriş ödentisi ve benzeri adlar altında aktarılan üye katkılarıdır.
Bu durumda, üye ya da ortak sıfatıyla aidat ödeyen ya da başka bir şekilde katkıda bulunan toplumun önemli bir kesimi, bu kuruluşlarla yakından ilgili bulunmaktadır. Bu kişiler, aslında kendilerine ait olan bu kuruluşların mali güçlerini yakından izlemek ve bilgi sahibi olmak hakkına sahiptirler. Bu kuruluşların finansman kaynağı üye ödentileri ve bu ödentilerden elde edilen gelirlerle sağlandığına göre, yaptıkları ödentilerin nasıl harcandığı ve nemalandırıldığı hususunda bilgi sahibi olabilmeleri, son derecede doğal bir haktır. Başka bir deyişle, bu kuruluşların gelir ve giderleri ile sahip oldukları fonların şeffaflığının sağlanması zarureti ortaya çıkmaktadır. Zira yedi kişilik üyeye sahip olan bir derneğin üyeler tarafından denetlenmesi ne kadar basit ise; büyük gelir ve giderleri ile mal varlıkları bulunan ve üye sayıları çok büyüyen organizasyonların kontrol ve denetim altında bulundurulması o derecede zordur. Bu yapıdaki bir kuruluşun hesap ve kayıtlarının herhangi bir üye veya ortak tarafından bizzat denetlenmesi; maddeten, hukuken ve teknik olarak mümkün değildir.
KONUT YAPI KOOPERATİFLERİNİN DURUMU
Burada, konut yapı kooperatiflerinin özel durumunu ayrıca vurgulamak gerekmektedir. Nüfus artışına paralel olarak ortaya çıkan konut ihtiyacı nedeniyle, konut yapımı alanındaki kooperatifleşme ve ortakların sayısı ülkemizde özellikle 1970’li yıllarda hızla artmıştır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na göre ülkemizdeki yapı kooperatifleri, ortakların aileleri de hesaba katıldığında 11 milyona yakın kişiyi ilgilendirmektedir. Yapı kooperatiflerinin, ortakların konut ve işyeri ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulduğu göz önünde tutulduğunda, üyelerden çeşitli adlar altında alınan yüksek aidatlar ve başka türlü katkılar hane halkı gelirinin önemli bir bölümünü teşkil etmektedir. Zira, her ortak sonuçta bir konut ya da iş yeri maliyetinin tutarı kadar parasal bir kaynağı kooperatif yönetimlerine aktarmakta; yönetimler de bu fonları ortaklar adına harcamaktadırlar. Bu nedenle yapı kooperatifleri, çok yüksek tutarlarda parasal kaynakları toplayan ve yönlendiren, önemli iktisadi organizasyonlar haline gelmişlerdir. Nitekim, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na göre yapı kooperatifleri, ortaklarından yıllık ortalama 4 milyar dolar kaynak toplayıp harcamaktadır. Bu özellikleri nedeniyle yapı kooperatifleri, aktif büyüklükleri ciddi tutarlara ulaşan ve basiretli bir tüccar gibi yönetilmeleri gereken önemli birer iktisadi işletme niteliğinde organizasyonlardır. Diğer taraftan, yalnızca ortakların katkıları değil bankalardan üyeler adına kullanılan krediler vasıtasıyla elde edilen fonlar da bu kooperatiflerin yatırıma yönlendirdiği önemli finansman kaynaklarıdır. Dolayısıyla, bu tür kooperatiflerin gelirlerinin ne şekilde toplandığı ve inşaat harcamalarının nasıl gerçekleştirildiği; bunlarla ilgili hesap ve kayıtların ne şekilde tutulduğu ortaklar bakımından çok büyük önem taşımaktadır.
MEVCUT DENETİM SİSTEMİ
Sivil toplum kuruluşlarının mali tabloları ile hesap ve işlemlerinin denetlenmesi ve kontrol altında bulundurulması bu kadar önemli olmasına karşın, bu kuruluşlar nezdinde ülkemizde var olan denetim sisteminin son derece yetersiz ve etkisiz olduğu görülmektedir. Halen; dernek ve vakıfların, meslek kuruluşlarının, sendikaların ve kooperatiflerin denetlenmeleriyle ilgili olarak bir taraftan bu kuruluşların denetim kurulları ve üst birlikleri tarafından yapılan ve “iç denetim” olarak adlandıracağımız bir denetim vardır. Diğer taraftan da, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı gibi çeşitli kamu kuruluşlarınca yapılan ve “kamu denetimi” olarak adlandırılabilecek bir dış denetim sistemi söz konusudur. Böyle bir durumda, çok başlı ve karmaşık bir denetim sistemi karşımıza çıkmaktadır.
İÇ DENETİM
Sivil toplum kuruluşlarının çoğunun bünyesinde iç denetim birimi olarak “denetim kurulları” ya da “denetçi”ler yer almaktadır. Bu kuruluşlarda denetim kurullarına çok kapsamlı denetleme görevlerinin verildiği görülmektedir. Bu kurullar; idari denetim yanında, her türlü hesap ve işlemleri incelemek ve sonuçta hazırlayacakları denetim raporlarını ilgili organlara sunmakla yükümlüdürler.
Bununla birlikte, aşağıda belirtilen nedenlerle, bu kuruluşların büyük bir kısmında denetim kurullarınca yapılan denetim hemen hemen hiçbir mali denetim işlevi görmemektedir.
İç denetçiler denetim amacıyla oluşturulmamaktadır: Ülkemizde denetimin önemi yeteri kadar anlaşılmadığından ve bir denetim geleneği ve bilinci oluşmadığından; sivil toplum kuruluşlarının üyeleri denetim kurulları için yaptıkları seçimlerde, aslında kuruluşların gerçekten denetlenmeleri için değil, mevzuatın öngördüğü yükümlülüğü yerine getirmek amacıyla hareket etmektedirler. Denetim ve denetim kurullarının işlevi benimsenmediği için denetçiler usulen seçilmekte ve bahse konu denetim de hiçbir şekilde göstermelik olmaktan öteye geçememektedir.
Denetçiler gerekli bilgi ve uzmanlığa sahip değildir: Mevzuat gereği bütün kuruluşlar usulüne uygun olarak denetim kurullarını oluşturmakla birlikte, bu göreve getirilen üyeler genellikle mali mevzuat ve denetim bilgi ve tecrübesinden yoksun kimseler olmaktadır. Günümüzde, şirketlerde olduğu gibi, kurum ve kuruluşlarda da finansal işlemler çok çeşitli ve karmaşık bir yapı arz etmektedir. Denetim mesleğinin bir uzmanlık alanı olduğu göz önünde tutulduğunda, aslında istense bile, kuruluş üyeleri arasından denetim konusunda gerekli bilgi ve tecrübeye sahip kimseleri bulup seçmek çoğu kez mümkün olmamaktadır.
Yapılan denetim iç denetim değildir: Denetim kurullarının yaptığı denetim çoğu kez iç denetim olarak adlandırılmaktadır. Oysa sivil toplum kuruluşlarında denetim kurullarına verilen denetleme görevi her türlü idari ve mali işlerin kontrolü ve incelenmesini gerektirmektedir. Bu yönüyle yapılması öngörülen denetim aslında iç denetim değildir; gerçekte nasıl bir denetimin yapılmasının amaçlandığı açık da değildir. İç denetçilik günümüzde, çok önemli fonksiyonları olan ve konu ile ilgili olarak yeterli bilgi ve tecrübeyi gerektiren bir meslek dalı haline gelmiştir. Kendine özgü denetim ilke ve yöntemleri vardır. Dolayısıyla, denetim kurulları tarafından yapılması öngörülen denetimin iç denetimle herhangi bir yakınlığı dahi yoktur.
KAMU DENETİMİ
Sivil toplum kuruluşlarında kamu otoritelerince yapılan denetiminin de, aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı yeterli olmadığı ve gerçek bir denetim niteliği taşımadığı düşünülmektedir:
Yapılan denetim uygunluk denetimidir: Kamu otoriteleri tarafından yürütülen denetim esas itibari ile “uygunluk” denetimidir. Buna göre yetkili kamu organları, kuruluşların, ilgili kanun ve yönetmeliklere, tebliğlere ve her türlü mevzuata uyup uymadıklarını denetler. Yapılan denetim daha çok idari denetim ve gözetimle ilgilidir. Niteliği itibariyle daha çok soruşturma ve inceleme şeklinde yürütülür. Ayrıca, kuruluşların kendi bütçelerine giren gelirlerin ve giderlerin usulüne ve mevzuata uygun olarak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini araştırır. Bu işlemlerin yapılması sırasında kusurları olanlar varsa, sorumlularını belirler. Dolayısıyla, çağdaş anlamda denetimin amacı olan, mali tablolarda verilen bilgilerin finansal faaliyetleri tam ve doğru olarak göstermesi, yani “güvenilirlik” hedefine yönelik çalışmaların yapılması, başta gelen amaç değildir.
Denetim periyodik ve sistematik olarak yapılmamaktadır: Kamu otoriteleri tarafından yapılan denetim, genellikle ihbar veya şikayetlere bağlı olarak yürütülmektedir. Yapılan denetim genellikle münferit olaylara münhasır; daha çok birliklerin üst kuruluşları ile ilgili incelemelerle sınırlı kalmaktadır. Birlik, oda ve borsa adı altında örgütlenen ve sayıları binlerle ifade edilen birimlerin sistematik olarak yıllık muhasebe denetimine tabi tutulmaları bahis konusu değildir. Esasen mevcut denetim kadrosu ile, sayıları bu ölçüde artan kuruluşların denetimlerinin gerçekleştirilmesi fiilen mümkün de değildir. Bu nedenle, sivil toplum kuruluşlarının üst kuruluşları ile bunların bağlı oda ve benzeri alt birimlerinin sistematik ve periyodik bir denetimlerinin söz konusu olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Yapılan denetim şeffaf değildir: Kamu otoriteleri tarafından yapılan denetimler genellikle yetkili amirin denetim elemanlarını görevlendirmesi sonucunda başlatılır ve denetim sonucu görevlendiren makama sunulur. Çağdaş denetimin temel unsurlarından olan, denetlenmiş mali tabloların bir rapor halinde herkesin kolaylıkla ulaşabileceği araçlarla kamuoyunun bilgisine sunulması, yani şeffaflık söz konusu değildir. Dolayısıyla kamuoyunun, üyelerin, ilgili kişi ve menfaat gruplarının denetim sonucundan haberdar olması mümkün olmaz.
ÇÖZÜM BAĞIMSIZ DENETİMDİR
İç denetim ve kamu denetiminin yetersiz olması, bu kuruluşlarda bağımsız dış denetimin önemini ve gerekliliğini gündeme getirmektedir.
Günümüzde, saydamlık ve hesap verilebilirlik, çağdaş ülkelerdeki bütün kurum ve kuruluşların güvenilirliği açısından en temel kriterlerden biri haline gelmiştir. Bu kriter, diğer ekonomik birimlerde olduğu gibi sivil toplum kuruluşları için de geçerlidir. Hatta, milyonlarca kişinin yaptığı ödentilerle faaliyet gösteren ve çok yüksek tutarlara ulaşan varlıkları yöneten sivil toplum kuruluşlarında saydamlığın ve hesap verilebilirliğin sağlanması gereği, diğer ekonomik birimlerden çok daha da fazladır.
Ekonomik birimlerin bütün faaliyet sonuçlarının sunulduğu mali tablolar, bunlara ait finansal bilgilerin gerçeğe uygun olarak elde edilebileceği temel kaynaktır. Mali tablolarda verilen bilgilerin finansal faaliyetleri tam ve doğru olarak göstermesi; yani “güvenilir” olması zorunludur. Güvenirlilik, başta yöneticiler ve üyeler olmak üzere, kurum ve kuruluşa ya kaynak sağlayan, kredi veren veya katkıda bulunanlar, borç verenler, çalışanlar, kamu organları gibi çeşitli çıkar grupları için büyük önem taşır.
Finansal işlemlerin ve mali tablolardaki bilgilerin yeterli derecede güvenilir olup olmadığı, hazırlanan mali tabloların denetimi ile gerçekleştirilir. Zira, mali tablolarla ilgilenenlerin ve bu tablolarla ilgili menfaat gruplarının, kendilerine sunulan bilgileri doğrudan doğruya incelemeleri ve bir sonuca varmaları maddeten ve hukuken mümkün değildir.
Günümüzde bunu sağlamanın tek yolu kuruluşlara ait mali tabloların “bağımsız denetim”e tabi tutulması, yani bu bilgilerin bağımsız bir kişi tarafından denetlenerek doğrulanmasıdır. Gerçekten de, hesap verme sorumluluğunun ve şeffaflığın en önemli unsurlarından biri, her kurumun tüm faaliyetlerinin bağımsız dış denetime tabi olmasıdır. Kendi iç denetim kurullarının ve raporlarının bulunması; kendilerinin yayınladıkları performans verilerinin varlığı; kamu otoriteleri tarafından çeşitli denetimlerin yapılıyor olması bağımsız dış denetim ihtiyacını ortadan kaldırmamaktadır. Nitekim bu merciler tarafından yapılan denetimin yetersizliği yukarıda ortaya konulmuştur. Mali tablolarda ve performans raporlarında yer alan bilgilerin doğruluğu bağımsız bir dış denetimce onaylanmadıkça, hesap verme sorumluluğu yerine getirilemez ve şeffaflık sağlanamaz. Dolayısıyla, bu kuruluşlara ait denetlenmiş mali tablolarının herkesin kolaylıkla ulaşıp inceleyebileceği ve kanaat sahibi olabileceği araçlarla, bütün üyelerin ve kamunun bilgisine sunulması sisteminin getirilmesi zorunludur. Bu gün, gelişmiş ülkelerin hemen hemen tamamında ve gelişmekte olan ülkelerin büyük bir kısmında bütün ekonomik birimler, işletmeler, organizasyonlar, sivil toplum kuruluşları, mesleki birlik ve kuruluşlar, kısaca; herhangi bir şekilde gelir ve giderleri nedeniyle mali tablo düzenlemek zorunda olan bütün birimler ya zorunlu olarak veya kendiliğinden bağımsız denetimden geçmektedirler. Çünkü, bağımsız denetimden geçmeyen mali tabloların hemen hemen hiçbir değeri yoktur ve hiçbir amaçla kabul görmezler. Dolayısıyla, bu ülkelerde bağımsız denetimden geçmemiş finansal tabloların ilgililere ve kamuoyuna sunulması mümkün değildir.
Uluslararası ekonomik ve mali ilişkilerin bugün için geldiği düzey, ülkemizde de bağımsız denetiminin öneminin anlaşılmasına vesile olmuştur. Bu konudaki öncülüğü Sermaye Piyasası Kurulu yapmış ve halka açık şirketler ve sermaye piyasası kurumları 1982 yılından başlayarak bağımsız denetim yaptırma zorunluluğuna tabi tutulmuşlardır. Daha sonraları çeşitli düzenleyici kuruluşlar da kendi alanlarında bağımsız denetim yaptırma zorunluluğu getirmeye başlamışlardır. Böylece, bankalar, sigorta şirketleri, enerji piyasasında faaliyet gösteren şirketler de bu kapsama alınmıştır. Böylece ,çeşitli mevzuatta yer alan düzenlemeler sonucu; halka açık şirketler, yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları, sermaye piyasası kurumları, bankalar, emeklilik yatırım fonları, finansal kiralama ve faktöring şirketleri, sigorta ve reasürans şirketleri, Enerji Piyasası Kanunu çerçevesinde faaliyet gösteren şirketler, vakıflar ve vakıf işletmeleri, tarımsal üretici birlikleri, Avrupa Birliği çerçevesinde hibe ve yardım sağlayan fon ve projeler gibi çok çeşitli alanlarda bağımsız denetim yaptırılma zorunluluğu getirilmiş bulunmaktadır. Herhangi bir zorunluluk olmadığı halde, mali tablolarını gönüllü olarak bağımsız denetimden geçirme eğilimini taşıyan şirket ve ekonomik birimlerin sayısı da hızla artmaktadır.
Diğer taraftan, son yıllarda çıkarılan muhtelif mevzuat ile taslak ve tasarı çalışmalarında çeşitli ekonomik birimlerin bağımsız denetimleri ile ilgili hükümlerin yer aldığı gözlemlenmektedir.
Hazırlanmış olan yeni Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nda mevcut denetim sisteminin kaldırılarak bütün anonim şirketlerin büyüklüklerine göre bağımsız denetim şirketlerince, yeminli mali müşavirlerce veya serbest muhasebeci mali müşavirlerce bağımsız dış denetime tabi tutulmaları ilkesi getirilmektedir. Tasarıda, denetçiler anonim şirketin organı olmaktan çıkarılmış; büyük ölçekteki şirketlerin denetimi, bağımsız denetim kuruluşlarına, küçük ölçekli anonim şirketlerin denetimi ise en az iki yeminli müşavire veya serbest muhasebeci mali müşavire bırakılmıştır.
Bu açıklamalara göre, sivil toplum kuruluşları için zorunlu bağımsız denetimin acil bir ihtiyaç haline geldiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu kuruluşların; yasalara uygun, verimli, etkin ve tutumlu bir şekilde yönetilip yönetilmediğinin; şeffaflık ve hesap verme sorumluluk ilkelerine uygun hareket edip etmediklerinin belirlemenin en temel yöntemi bunların bağımsız denetime tabi tutulmalarıdır.
Sivil toplum kuruluşlarının bağımsız denetim şirketleri tarafından bağımsız denetime tabi tutulması aşağıdaki belirtilen somut faydaları sağlayacaktır:
- Sivil toplum kuruluşları tarafından yıllık olarak hazırlanan ve başta genel kurulları olmak üzere diğer organlarına sunulan finansal tabloların güvenirliliğini artıracaktır.
- Denetlenmiş mali tablolar başta meslek mensubu üyeler olmak üzere diğer ilgili kişi çıkar grupları için güven sağlayacaktır.
- Kuruluş yönetimleri ve üst yönetimler için, gerçeği tam ve doğru olarak gösteren mali tablolara sahip olmak, hesap verebilirliği kolaylaştıracak; yönetim için yol gösterici olacaktır.
- Bağımsız denetim, denetlenen kuruluşların muhasebe kayıtlarındaki maddi hataları ortaya çıkaracak ve bu sayede gelirlerin ve giderlerin doğru olarak gösterilmesine yardımcı olacaktır.
- Sivil toplum kuruluşlarına ait finansal tabloların bağımsız denetçilerce denetlenmiş olması halinde, kamu otoritelerinin bu kuruluşlarda yapacakları denetim ihtiyacı azalacaktır. Bu nedenle, kamu denetiminin kapsamı daralacak; özel ve ayrıntılı denetim faaliyetlerine girişilmesine gerek kalmayacaktır.
- Finansal tabloların bağımsız denetime tabi tutulması odaların birliklere, birliklerin federasyonlara, federasyonların konfederasyonlara yapacağı “katkı payı” ya da “birlik hissesi”nin tam ve doğru olarak belirlenmesi imkanını sağlayacaktır.
- Bağımsız denetim kuruluşlara bağlı bütün oda, borsa, kooperatif ve benzeri birimlerin gelir ve giderlerle diğer mali işlemlerinin aynı muhasebe esaslarına göre yapılmasını gerçekleştirecektir. Dolayısıyla bunlara ait muhasebe ve finansal tablolarda standart birliği sağlanacağından, kuruluş üst yönetimlerine sunulan mali tabloların aynı kavram birliği içinde değerlendirilmesi mümkün olacaktır.
- Yapılması muhtemel olan hata, hile ve yolsuzluk eğilimlerini azaltacaktır.
- Denetlenmiş mali tablolar kuruluşların mali güçlerini tam ve doğru olarak göstereceğinden, bunların gelecekle ilgili yatırım ve harcama planlarına ışık tutacaktır.
- Finansal tablolara olan güven artacağından Devlet tarafından yapılabilecek vergi denetimlerinin yapılma olasılığı azalmış olacaktır.
BAĞIMSIZ DENETİMİN NASIL GERÇEKLEŞTİRİLECEKTİR
Sivil toplum kuruluşlarında bağımsız denetimin gerçekleştirilebilmesi için öncelikle bağımsız denetimin önemi ve gerekliliğinin benimsenmesi gerekmektedir. Bu husus, hem kamu otoriteleri için hem de sivil toplum kuruluşlarının kendileri için geçerlidir. Kamuoyunun bu konudaki baskısı ve duyarlılığı da büyük önem taşımaktadır.
Bu nedenle, aynı anlayışın devamı olmak üzere öncelikle Türkiye’de mevcut bütün sivil toplum kuruluşları için bağımsız denetim zorunluluğu getiren yasal bir düzenlemenin yapılması ve bir an önce uygulamaya konulması büyük önem taşımaktadır. Böyle bir düzenleme yapılması halinde, konu önemli ölçüde çözüme kavuşmuş olacaktır.
Sivil toplum kuruluşları için bağımsız denetim zorunluluğunu getiren yasal bir düzenleme kısa sürede gerçekleştirilemese dahi, sivil toplum kuruluşlarının kendi iradeleri ile mali tablolarının bağımsız denetime tabi tutulmasına engel bir durum bulunmamaktadır. Sivil toplum kuruluşu niteliğindeki bütün tüzel kişiliklerin üst birliklerinin bağımsız denetime tabi tutulması gerekliliğini benimsemeleri halinde, kendi alanlarındaki alt mevzuatta yapacakları çeşitli idari düzenlemelerle bağımsız denetim sistemine geçebileceklerdir. Herhangi bir mevzuat düzenlemesi yapılmasa dahi, alacakları yetkili organ kararları ile bütün alt birimlerin mali tablolarını bağımsız denetimden geçirme esasını getirebilecektir. Hiç şüphesiz, aynı imkan üst kuruluşların kendi hesap ve işlemleri ile mali tabloları için de geçerli olacaktır.
Sivil toplum kuruluşlarında bağımsız denetim, kuruluşların örgütlenme yapısına göre dernekler, vakıflar, odalar, borsalar, sendikalar, kooperatifler, birlikler, merkez birlikleri, federasyonlar, konfederasyonlar gibi tüzel kişilik taşıyan bütün birimler esas alınarak gerçekleştirilebilecektir. Bu bağlamda, bütün alt birimleri kapsayan üst kuruluş kararı mevcut olmasa dahi; oda, borsa, kooperatif gibi birimlerin münferiden kendi hesap ve işlemleri ile finansal tablolarını yıllık olarak bağımsız denetimden geçirme kararı alması ve uygulaması her zaman mümkündür. Gerçekten de bütün sivil toplum kuruluşlarını kapsayan bağımsız denetim zorunluluğu politikasının benimsenmesinin belli bir süreyi alacağını kabul etmek gerekir. Bu nedenle, sivil toplum kuruluşlarında oda, borsa, kooperatif ve benzeri alt birim yönetimlerinin münferiden kendileri için bağımsız denetim yaptırma yoluna gitmeleri nispeten daha kolay olacaktır.
SONUÇ
Ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarının sayıları ve kapsadıkları toplum kesimi son yıllarda çok artmıştır. Bu kuruluşlar, sosyal ve politik etkinlikleri yanında mali açıdan da çok güçlü, karmaşık yapıları olan büyük organizasyonlar haline gelmişlerdir. Bu kuruluşların hem örgüt olarak hem de mali açıdan güçlenmesi doğal olarak gelir ve giderleri ile finansal işlemlerinin yakından izlenmesi gereğini gündeme getirmektedir. Zira bu örgütlerin gelirleri üye statüsünde olan milyonlarca kişinin ödentilerinden karşılanmaktadır. Dolayısıyla kuruluşlar tarafından ortaya konan mali tabloların ve finansal işlemlerin “güvenilir” olması, ilgili çıkar gruplarının olduğu kadar meslek kuruluşlarının yöneticileri ve genel kamuoyu bakımından da önem kazanmaya başlamıştır.
Mali tablolarda açıklanan bilgilerin güvenilir olup olmadığının araştırılmasında başvurulan temel yöntem, bu bilgilerin bağımsız kişi ve kuruluşlar tarafından denetlenerek doğrulanmasıdır. Günümüzde,bağımsız denetimden geçmeyen mali tabloların kabul edilebilirliği gittikçe azalmaktadır. Ülkemizde yapılan çeşitli düzenlemelerle, halka açık şirketler ve sermaye piyasası alanında faaliyet gösteren çeşitli kurum ve kuruluşlarda bağımsız denetim benimsenmiş ve vazgeçilmez bir uygulama haline gelmiştir. Uzun çalışmalar sonunda hazırlanan ve önümüzdeki yasama döneminde kanunlaşması beklenen Türk Ticaret Kanunu Taslağı’nda da bundan böyle bütün anonim şirketlerin bağımsız denetimden geçmesi zorunluluğu getirilmektedir.
Sivil toplum kuruluşları için de bağımsız denetim zorunluluğunun getirilmesi, çok yaygın bir toplum kesimini ilgilendiren, aynı zamanda önemli ekonomik birimler haline gelmiş bulunan bu kuruluşlarda saydamlık ve hesap verilebilirliğin sağlanması yönünde kamu tarafından atılmış önemli bir adım sayılacaktır. Bunun yanında, herhangi bir yasal zorunluluk bulunmasa dahi sivil toplum kuruluşlarının kendi iradeleri ile bağımsız denetime tabi olma ilkesini benimsemeleri, bu kuruluşların toplumda esasen mevcut olan sosyo-politik güçlerini daha da arttıracak, örgütsel saydamlığı ve dinamizmi geliştirecek, bu örgütlerin kamuoyu ve üyeler nezdindeki saygınlığını daha da yükseltecektir.
( Bu makale 14.09.2007 tarihinde Dünya Gazetesi’inde yayınlanmıştır )